Gelin, biraz yavaşlayalım ve ruhumuza dokunalım, ne dersiniz? Hızlı geçen anlar, bazen kalbimize hiç uğramadan akıp gidiyor. İletişim sadece konuşmak değil; aynı zamanda hissetmek ve hissettirmektir de!
Konuşuyor muyuz? Anlıyor muyuz? Anlatıyor muyuz?
Sosyal medya yaygınlaştığından beri, aslında kısa mesajlar iletişimimizin temel aracı haline geldi. Mesajlaşma uygulamalarındaki emojiler, anlık duygularımızı yansıtmak için yeterli oluyor gibi görünüyor. Ama ne gariptir ki hem gençler hem de bizler hâlâ anlaşılmadığımızdan şikâyet edip duruyoruz. Çünkü iletişim dediğimiz şey, aslında kelimelerin karşı tarafa ulaşması değil ki.
Evet, kısa mesajlar ve emojiler tatlılar; hislerimizi de bazen bizi gülümsetecek şekilde iletiyorlar. Ancak şu an için, duygularımızın tamamını taşıyamıyorlar. Çünkü sesimizdeki tonlama yok, mimiklerimiz yok. Elimizde kelimeler var; ama o iletişimin ruhu eksik kalıyor.
Başka bir açıdan da bakarsak, mesaj yazdığımızda genellikle her şeyi en kısa şekilde anlatmaya çalışıyoruz. Aradaki detaylar, karşılıklı bakışmalar, durup gülümsemeler ve mimikler kayboluyor. Mesajımız içinde bulunduğumuz durumu bilgi şeklinde iletse de iletişim ruhu olmuyor. Duygularımız, samimiyetimiz, hatta niyetimiz bile karşı tarafa geçemiyor.
İşte bu yüzden sıklıkla “Anlaşılmıyoruz” diye serzenişte bulunuyoruz. Çünkü anlaşılmak için kelimeleri okumak veya duymak yeterli değildir. O kelimenin nasıl söylendiğini, içindeki duyguyu hissetmek gerekir. Bunu sağlayan da yüz yüze iletişimdir. Gözlerimizdeki kaygıyı, korkuyu, yüzümüzdeki sevinci, kaşlarımızdaki çatıklığı mesajla istesek de iletemiyoruz.
Yapılan araştırmalar da iletişimde ruh olduğu zaman beynin oksitosin salgıladığını gösteriyor. Karşılıklı gözlerimizin içine bakarak konuştuğumuzda sadece konuşmuş olmuyoruz ki o anda “Sen benim için değerlisin, önemlisin” de diyoruz.
Oksitosun hormonu, sadece sevgi hormonu değil; aynı zamanda bağ kurmamıza da yardımcı oluyor. Karşımızdakiyle bağ kurduğumuzda kendimizi güvende hissediyoruz. Yani konuşmak, biyolojik olarak kendimizi iyi hissettiren bir şey.
2014’te Standford Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada sözsüz bile olsa beden dilini okuyan beynimizin sosyal bağları güçlendirdiğini ortaya koydu. İşte her ne kadar yazışarak bağ kurduğumuzu düşünsek de gerçek bir bağlanma hissi için yüz yüze iletişim şart!
Ekran Arkasından Çıkalım!
Teknoloji gerçekten muhteşem; çünkü artık ekranın ardından kısa sürede pek çok işimizi halledebiliyoruz. Yurtdışında yaşayan bir arkadaşımıza ulaşmak için kilometrelerce yol almamıza gerek kalmıyor. Eğitimleri, hatta iş görüşmelerini dahi ekranın ardından yapabiliyoruz. Evet, bunlar çok güzel. Ama gerçekten iletişim becerilerimiz gelişiyor mu yoksa geriliyor mu?
Ben bütün bu güzelliklerin yanında kendiliğinden gelişen o özel anları kaybettiğimizi düşünüyorum. Karşılıklı oturup konuşurken göz göze gelmek, aynı anda bir şeyi düşünmek, sohbetin doğal akışı içinde konudan konuya atlamak… Bütün bunlar ekran karşısında pek mümkün olmuyor.
Hatta hızlı mesaj yazmak artık önemli bir meziyet haline geldi. Azıcık gecikse mesajlar, “Nerede kaldı cevap?” diye ekrana takılıp kalıyoruz. Ama hız her zaman kalite anlamına gelmiyor. Bazen yanlış anlaşılmalar oluyor, ilişkiler zedelenebiliyor. “Aman ayıp olmasın” diye verilen cevaplar da iletişimin samimiyetini düşürüyor.
Her ne kadar görüntülü aramada yüz yüze konuşsak da gerçek bir ortamdaki enerji ve fiziksel varlık birebir yansımıyor. Çünkü ekranda zaman zaman donmalar ve kesintiler yaşanabiliyor. Dikkat bölünüyor. Aynı masada oturup birbirimizin gözünün içine bakarken ki samimi anları yakalamak zor oluyor.
Beraber aynı havayı soluduğumuz, birlikte kahve içtiğimiz anları beynimiz yakınlık olarak kodluyor. Daha yüksek oksitosin hormonu salgılanıyor ve böylece daha güçlü bir bağ ve daha fazla güven geliştiriyoruz.
2019’da Journal of Social and Personal Relationships’ta yayımlanan bir araştırmada ekrandan kurduğumuz iletişimde kontrollü ifade kullanıldığı belirtiliyor. Aynı kişiyle yan yana olduğumuzda ise daha fazla duygusal açıklık ortaya çıkıyor.
Yani ekran bizi olmak istediğimiz gibi gösteriyor! Bu yüzden de bazen kurduğumuz iletişim yüzeysel kalıyor. Spontane duygular ve anlık gülüşlerin doğal yakınlığı olamayabiliyor. Her ne kadar teknoloji bize pek çok şeyi kolaylaştırsa da ruhumuz da bedenimiz de hâlâ gerçek iletişimi arıyor.
İletişime Anlam Katın!
Biliyorum; yazışmak benim için de konforlu ve hızlı. Özellikle yeni nesil için daha büyük kolaylık. Uzun uzun konuşmak yerine; birkaç cümle ile ifade etmek ve mesajlaşmak kolay. Ama şunu kabul edelim; hız her zaman istediğimiz derinliği vermiyor. “Mesaj yazmayalım, her zaman yüz yüze konuşalım” demiyorum. Zaten bunu ben de her zaman yapamıyorum. Ama yüz yüze konuşmayı da ötelemeyelim.
Arkadaşlarıyla düzenli olarak buluşanlar, ne demek istediğimi daha iyi anlar. Aradaki farkı hisseder. Çünkü iletişim ayın zamanda bir duygu aktarımıdır. Aceleyle verilen cevaplar, hissederek yapılan konuşmaların yerini tutmaz.
Bugün deneyin; 15 dakika bile olsa yüz yüze sevdiğiniz bir arkadaşınızla sohbet edin. Bu esnada telefonunuz sessizde olsun. Dikkatinizi sadece ona verin. Sonra hislerinize bir bakın. Onunla aranızda derin bir bağ gelişmeye başlar. Çünkü ruhumuz gerçek temasa ihtiyaç duyar. Teknoloji harika bir araç, ama kalplerimiz hâlâ yan yana gelmek istiyor. Zaten iletişim dediğimiz şey de gerçekte burada gizli.
İletişimin Özü: Derinleşmek
Mesajlaşmaya ve derdimizi kısacık cümlelerle ifade etmeye o kadar alışıyoruz ki sonra yüz yüze geldiğimizde de iletişim hataları kaçınılmaz oluyor. Çünkü gün içinde artık beynimiz “En kısa nasıl anlatırım?” moduna kodlanıyor.
Bir de mesajlaşmada kesilen konuşma normal kabul edilir. Biz işimize devam ederken karşı taraf bizim mesajımızı ne zaman görürse yanıtlar. Oysa yüz yüze konuşmada devamlılık vardır. Eğer konuşma olmazsa arada kimi zaman bu sessizlik bir gerginlik oluşturabilir.
Sürekli kısa mesaj yazmaya alışanlar, karşılıklı konuşmada da zorlanabilir. Hızlı ve kesik yanıtlar verebilir. Söyleyecek söz bulamayabilir. Mesajlaşmalardaki kelimeleri kısa tutmak, hislerimizi kısaltmasın. İşte esas o zaman iletişimin özü kesilmiş olur.
Derinleşmek için İletişimde 5 Küçük Adım
Aslında bu derinliği yakalamak, sanıldığı kadar zor değil. Öncelikle bunu fark etmek yeterli. İşte o zaman hissederek iletişim kurmaya başlayabiliriz. Niyetimizi nasıl davranışa dökeriz?
· Sohbeti ilerletmek için soru sorun. Mesela sadece “İyiyim” diyen birine “Bugün seni yoran neydi?” veyahut “Bugün en çok nerede kendini rahat hissettin?” gibi sorularla sohbet açılabilir.
· Konuşurken söz kesmeyin. Karşınızdaki kişi cümlesini bitirmeden, siz yeni bir şey söylemeyin. Çünkü bu durum “Dinlenmiyorum” hissi oluşturur.
· Göz teması kurarak konuşun. Göz beyindeki güven ve bağlanma ile ilgili bölgeleri aktive ettiği için karşınızdakinin gözlerine bakarak konuşun.
· Beden dilinizi rahat bırakın. Konuşurken başınızı sallayarak onay verin, bir tebessüm ile dinlediğinizi gösterin.
· Ortam seçimine dikkat edin. Yüz yüze görüşmeler, çok gürültülü ortamlarda konuşmayı zorlaştırır.
Belki bugün sadece 15 dakika ayıracaksınız; ama o 15 dakika, gününüzün en iyi anı olabilir. Çünkü yüz yüze konuşmak, kalbinize iyi gelir.