İnsanlığa Çağrı: Merhamet, Dua ve Vicdan

Bu yazıyı kaleme alırken önümde duran haber, kalemime yön verdi. Üzeri tozla kaplı, cesur, küçücük bir yürek… Yıkılmış evlerin arasında kaybolan bebekler, taş yığınları arasında çocuğunu elleriyle toprağa veren anneler…

Aylardır bu görüntüleri izlerken toz duman içinde kaybolan yalnızca evler değil; hislerimiz, vicdanımız, insanlığımız.

Haberlerde her saat bir ölüm, bir acı… Bizler evlerimizde ekranları kapatıp hayata devam ediyorken habere konu olan insanlar gerçek hayatta o acının tam ortasında yaşamaya devam ediyor. Görüntüler gelip geçiyor ama bizde ne kalıyor? Hislerimiz bize ne söylüyor?

Oysa her gözyaşı ve acı bize tanıdık. İnsan olmak, yalnızca nefes almak değil; başkasının da yaşadıklarını anlayabilmek ve hissedebilmektir. Acının ve gözyaşının bir coğrafyası yoksa neden hissizleşiyoruz?

Vicdanın Coğrafyası Olmaz

Dünya üzerinde sayısız acı yaşanıyor. Hangi coğrafyada olursak olalım gözyaşının dili, acının tonu aynıdır. Onca acı ve gözyaşı için “Bana ne?” deme lüksümüz yok! Hangi kimliğe, hangi inanca sahip olursak olalım eğer insansak dünyadaki tüm acılar bizi ilgilendirir. Bu, insanlık sorumluluğudur.

Vicdanı susmayan bir insan, dünyanın öbür ucundaki bir çocuğun kederini dahi hissedebilir. Nerede hüzün varsa o hüzünle ilgilenebilir. Çünkü vicdan coğrafya taşımaz. Şu an vicdan bağırmayı, protesto edip tepki koymayı kapsasa da en önemli unsuru unutmamaktır. Elimizle düzeltebileceğimiz sınırlı durumlar için kalbimizle destek oluruz. İçimizden geçenler, unutmayanların duasıdır.

Unutmayarak insan kalırız.

Unutmayarak direniriz.

Unutmayarak gerektiğinde eyleme geçeriz.

Her zaman meydanlarda bulunamasak da vicdanımızın sesini duymak zorundayız. İnsanın temel sorumluluğu acıya karşı kayıtsız kalmamaktır. Acıyı hissetmek, insanlık görevimizdir. Bir yanda onca zamandır acıya bakmanın getirdiği duyarsızlaşma var; bir yanda da bu acıyla ne yapacağını bilemeyen ve kendini acizliğin içinde bulan insanlar.

Acizliğin Gücü

Gözlerimiz dolsa da ne yapacağımızı bilemediğimiz o anlar için “Elimizden bir şey gelmiyor” deyip kendimizi suçlamak kalır geriye. Hiçbir şey yapamamanın derin üzüntüsünü yaşayan insan, acıyı hissedendir. Ancak değerli olan da tam bu hissi yaşayabilmektir. Gerçekten hisseden biri için hiçbir şey yapamamak en ağır yüklerden biridir. Ve bizim bilmediğimiz şey, işte o çaresizlikte insanı insan yapan değerin ortaya çıkmasıdır.

Acizlik, zayıflık değildir.

Acizlik, güçsüzlük değil, derin bir idrakin işaretidir.

Acizlik, sessiz ama onurlu bir direniştir.

Acizlik bir itiraftır. Sınırlı bir varlık olduğumuzu kabul etmektir. İnsan, her şeyi göremez, her şeye hâkim olamaz. Her şeyi kontrol edemez. Bu gerçeği fark eden kişi, kendi sınırlarını bilir, tanır, görür. Allah’ın kudretini idrak eder. Her şeye hükmetmeye çalışmak yerine tevazu içinde Yaratıcısının kudretine sığınır.

Bu bilginin ve hissedişin ışığında bakar ve işte o zaman gerçek benliğini keşfeder. Bu keşfediş, aslında en derin kuvvettir. Bu teslimiyet ve arınma haliyle Rabbiyle derin bir bağ kurar. Sesinin işitildiğini bilir. O’nun huzuruna çıkar. Duanın bir teslimiyet olduğunu görür. Dua, bu bağlamda sadece bir istek değil; bir fark ediştir, bir teslimiyettir. En derin kuvvet, bazen en büyük çaresizliğin içinden çıkar.

Dua, Mesafelerin Ötesinden Yardım Elidir

Dünyanın dört bir yanından acıyı, gözyaşını izleyen bizler, mazlumun yanında olamadığımız için üzülüyoruz. Haberleri takip ediyoruz. Paylaşımlar yapıyoruz. Ama kendi yoğun hayatımıza geri dönüyoruz. Haberleri gördükçe sesimiz ulaşmıyor diye üzülüyoruz. Biz gidemesek de mesafeleri aşan bir güç var elimizde: dua.

Dua, sadece Allah’a arz edilen bir istek değil; aynı zamanda vicdanın sesi, kalbin yankısıdır. Dua ile yalnızca Allah’a halimizi, isteklerimizi arz etmiyoruz. Ruhumuzu güçlendirerek manevi güç elde etmiyoruz. Elimizi semaya kaldırdığımızda “Acıyı görüyorum” diyoruz. Dua ederek vicdanımızı harekete geçiriyoruz. Hatırlayışımızı dinç tutuyoruz.

Dua bizi, yorgunluktan, duyarsızlıktan kurtarıyor. İnsanlığımızı eksiltmiyor. İnsanlık için, adalet için, bomba altında kalan mazlumun kalbi için elimizi açıyoruz. Mazlumun yanında olduğumuzu ilan ediyoruz.

Dua, bizim sorumluluğumuzdur.

Dua, bizim duruşumuzdur.

Dua, bizim direnişimizdir.

Dua, elimizin yetişemediği yere, kalbimizin uzanmasıdır.

Dua, merhametin dilidir.

Bir çocuğun başını okşayamıyor, acılı bir annenin gözyaşlarını silemiyoruz belki… Ama Hz. Yakup’un oğlu Yusuf’u kaybettiğinde ettiği duayı edebiliyoruz:

“Ben sadece kederimi ve hüznümü Allah’a arz ediyorum.”

Ve tıpkı balığın karnında dua eden Hz. Yunus gibi elimizden hiçbir şey gelmediğinde, sadece içtenlik ve acziyetle onun yöneldiği gibi elimizi Yaradan’ımıza açıyoruz:

“Senden başka ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum.”

İşte bu dua, derin bir bağlılıktan doğar. Eğer elimizle değiştiremiyorsak, ayaklarımızla yetişip müdahale edemiyorsak gönülden yaptığımız dualar, yardım elidir. Yürek fısıltısıdır, sessiz bir çığlıktır. Mazlumun hissettiğini gerçekten hissederek yüreğimizden akan cümlelerle dua edince insanlığımızı eksiltmez, aksine artırırız. Çünkü dua, aynı zamanda içimizdeki bilinçli gündemdir. Direncin yankılanmasıdır.

Merhamet: İnsan Kalabilmenin Değeri

Acının evrensel dili belki de merhamettir. Bu dünyada insan olduğumuzu gösteren şey, sandığımız gibi sahip olduğumuz şeylerde gizli değil. Ne kadar çok hissedebildiğimizde aslında. O yüzden merhamet, insan için bir pusuladır.

Merhamet sayesinde, bir başkasının acısını yüreğimizde hissederiz. O yara iyileşene kadar kalbimizi açık tutarız. Merhamet sayesinde acının sesini içimizde duyarız. Gözyaşını fark ederiz. Bilincimizi diri tutar, duaya yöneliriz. Elimizden gelen bazen bir yazı, bazen küçük bir yardım kolisidir; merhametle elimizden geleni yapmaya çabalarız.

Merhamet, bugün insan kalmanın adıdır.

Merhamet, iyi insanların içinden süzülen empati gücüdür.

Merhamet, bütün insanlık için çağrıdır.

Merhamet, bir hatırlatmadır.

İnsanlık Nerede Başlar?

İnsanlık, acıya karşı duyarsız kalmadığımız yerde başlar.

Bir çocuğun hüznünü hissedebiliyorsak…

Bir annenin gözlerindeki çaresizliği görebiliyorsak…

Ve kalbimizde bir kıpırtı oluyorsa…

İşte o an, insanlık başlamış demektir.

Çünkü insan kalmanın yolu hissetmekten geçer.

Hissetmek, sadece görmek değil; yüreği açmak, gözyaşına ortak olmaktır.

Ve hissetmek, aslında dua etmektir.

Dua etmekse sadece elleri değil, vicdanı da semaya kaldırmaktır.

En saf haliyle kalbin ve ruhun birine ulaşma halidir.

Ve dua etmek, insan kalmaya devam etmektir.