Kendimizi Temizlikle Yıpratıyor Muyuz?

Temizlik; kimimiz için bir tutku, kimimiz içinse yapılması gereken bir görev. Ama çoğumuz için düzenin, huzurun ve sağlığın anahtarı. Yeni temizlenmiş bir evin kokusu, parlayan yüzeyler, ütülenmiş giysiler bize güven ve rahatlık hissi verir.

Ama işin bir de görünmeyen tarafı var: Acaba temizlik uğruna sağlığımızı kaybediyor olabilir miyiz? Gerçekten rahatlıyor muyuz, yoksa fark etmeden yoruluyor muyuz? Üstelik bu düşkünlük, temizlik ürünlerine olan bağımlılığımızı da artırıyor. Market raflarında her gün yeni bir ürün, yeni bir formül görüyoruz. Maddi ve manevi olarak yıpranıyorsak burada ters giden bir şey var demektir.

O zaman soralım: Neden bu kadar çok temizlik yapıyoruz ve temizlik ürünü alıyoruz?

Temizlik mi Yoksa Takıntı mı?

Pırıl pırıl parlayan bir ev, lavanta kokan çarşaflar herkes için rahatlatıcıdır. Fakat bazen “Temizlik düşkünüyüm” diyen ve hijyene çok önem veren kişilerle karşılaşırız. Peki, bu durum ne zaman masum bir alışkanlık olmaktan çıkar da hayatı kısıtlayan bir takıntıya dönüşür?

Temizlik, birçok insan için hijyenden daha öte bir anlam ifade ediyor. Hatta araştırmalar yüz kişiden ikisinde temizlik hastalığının görüldüğünü söylüyor.

Ünlü psikolog Marie Kondo, Derle Topla Rahatla kitabında, eşyalarımızla ilişkimizin duygusal boyutuna dikkat çekiyor. Kitapta, evimizi düzenlemek, aslında zihnimizi düzene koyma arayışımızın da bir yansıması olarak değerlendiriliyor. Aynı zamanda psikolojik bir boşluğu doldurma çabası olduğu da belirtiliyor. Fakat burada kritik soru şu: Temizlik konusunda ne kadar esneğiz?

Misafir geldiğinde ya da bir işimiz çıktığında, “Şu an temizlik yapamasam da olur, yarın yaparım” diyebiliyorsak sağlıklı bir dengedeyiz demektir. Çünkü dağınık bir ortam insan beynini yorar, düzenli bir ortam ise göze ve ruha ferahlık verir.

Gözü yoran bir karmaşa içinde yaşamak stresi artırır. Düzenli bir ortamda ise zihin dinlenir. İşte normal ölçüde yapılan temizlik, bu konfor alanını oluşturma isteğindendir. Aynı şekilde, evimize misafir geldiğinde tertipli görünmesini istememiz de toplumsal bir görgü göstergesidir.

Fakat bazı kişiler için işin boyutu değişir. Mükemmeliyetçi yapıya sahip insanlar, “En iyisi, en kusursuzu olmalı” diyerek temizlikte de aynı tavrı sergileyebilir. Kimi zaman temizlik, kişinin “Başarılı ve düzenli bir insanım” inancına bağlanır ve değer görme aracına dönüşür.

Elbette kirli, tozlu ya da mikrop barındıran bir ortam hastalık riskini artırır. Haftalık banyo temizliği yapmak, çöpleri düzenli atmak gayet doğal ve sağlıklı bir süreçtir. Hatta çoğu zaman keyif verir. Üstelik bu tarz temizlik için harcanan süre de makuldür.

Ancak işler farklı bir noktaya taşındığında, yani temizlik ertelenemediğinde, ufak bir leke huzursuzluk hissi verdiğinde veyahut kapı koluna dokunmadan önce elleri defalarca yıkama ihtiyacı doğduğunda, bu bir obsesyona dönüşür. O kadar çok vakit ve enerji alır ki ne aileye ne de sosyal hayata yer kalır.

Harvard Tıp Okulu araştırmalarına göre obsesif kompulsif bozukluk (OKB) profesyonel destek gerektiren bir durumdur. Eğer sürekli yorgun hissediyor, temizlik yapmadığınızda yoğun kaygı yaşıyorsanız bir uzmana danışmak en sağlıklı adımdır.

Deterjanlar ve Sağlığımız Üzerindeki Etkisi

Deterjan reklamları bizi ürünleri almaya zorunlu hissettirir. Her yüzey için ayrı bir ürün üretilmiştir. Cam için ayrı, banyodaki kireç için ayrı, çaydanlık içini beyazlatmak için ayrı, ahşap yüzeyler için ayrı, aynalar için ayrı… Liste uzar gider. Böylece bütün bu kimyasal ürünler sayesinde temizlik oluyor algısı oluşuyor. Saymakla bitmeyecek kadar çok ürün var. Deterjan üzerinden sürekli bir tüketime yönlendirme var. “Ancak bu kimyasallar sayesinde temizlik olur” algısı zihinlerimize yerleşiyor.

Oysa bir kuşak öncesine baktığımızda, annelerimizin ve anneannelerimizin bu kadar ürüne ihtiyacı yoktu. Çamaşır sodası, kalıp sabun, sirke, karbonat ve arapsabunu; evleri pırıl pırıl yapmak için yeterliydi. Bugünse televizyonlardan, sosyal medyadan, reklamlardan sürekli şu mesajı duyuyoruz: “Daha beyaz, daha parlak, daha hijyenik olmalısın!” Bu sloganlar farkında olmadan bizde “Yeterince temiz değilim!” duygusunu tetikliyor.

Tam da bu noktada durup kendimize sormamız gerekiyor:

· “Evim gerçekten kirli mi, yoksa bana kirliymiş gibi mi hissettiriliyor?”

· “Temizliğe gerçekten ihtiyaç var mı, yoksa reklamların dayattığı mükemmellik yarışına mı kapıldım?”

Elbette sağlıklı bir yaşam alanı hepimizin arzusu. Ancak bunu yaparken pazarlamanın dayattığı tüketim döngüsünün içinde kayboluyor olabiliriz. Çünkü reklamlarla verilen mesaj, çoğu zaman daha fazla ürün satın almayı ve sürekli yeni formüller denemeyi teşvik ediyor.

Oysa bilimsel araştırmalar, aşırı deterjan kullanımının sağlığımızı da tehdit ettiğini gösteriyor. Amerikan Akciğer Derneği’nin 2020’de yayımladığı bir rapora göre, yoğun deterjan ve temizlik ürünü kullanımı astım, bronşit ve alerjik reaksiyonları tetikleyebiliyor. Dermatologlar ise özellikle çamaşır suyu ve güçlü asit-baz içerikli ürünlerin cilt bariyerini zayıflattığını, egzama vakalarını çoğalttığını belirtiyor.

Bir başka boyutu da çevre… Her ürün, plastik bir ambalajla geliyor. Bu ambalajların çoğu geri dönüştürülemiyor ve doğaya ciddi zarar veriyor. Ayrıca sürekli yeni ürün almak, aile bütçesini de sarsıyor. Birden fazla deterjan almanın çoğu zaman gerçek bir ihtiyaçtan değil; pazarlama taktiklerinden kaynaklandığını fark etmek önemli.

Bütün bunlara karşın annelerimizin doğal temizlik çözümleri hâlâ elimizin altında: sirke, karbonat, arapsabunu… Bu şekilde hem sağlığımıza hem de doğaya daha dost yöntemler mümkün. Belki de asıl temizlik, ihtiyacımız kadarını kullanmayı öğrenmekten geçiyor.

Mikropsuz Yaşam Yanılgısı

Modern temizlik algımızın temelinde, bize deterjan reklamlarıyla dayatılan tek bir hedef var: sıfır mikrop. Televizyon ekranında animasyonlu virüsler korkutucu bir şekilde gösterilirken deterjanlar kahraman rolünde sunuluyor.

Peki, mikropsuz yaşam mümkün mü?

Evet, zararlı patojenler vardır ve hijyen önemlidir. Ancak reklamlarla, iyi mikrop ile kötü mikrop arasındaki fark görmezden gelinir. Sanki deterjan olmadan yaşamamız mümkün değilmiş gibi bir algı oluşturulur. Oysa bilimsel gerçekler bize mikropsuz bir hayatın imkânsız olduğunu söyler. Ayrıca bu sağlıksızdır da.

UCL Üniversitesi’nden epidemiyolog Graham Rook çevredeki mikroplarla vücudun tanışmasının önemli olduğunu söylüyor. Aşırı temizlikle büyüyen çocukların bağışıklık sistemlerinin zayıfladığını savunuyor. Bu düşünceye göre, mikrop ve bakterilerle yeterince karşılaşmayan çocuklar ilerleyen yaşlarda alerji ve astım gibi hastalıklara daha açık hale geliyor. Yani bazen biraz toz, bağışıklık sistemi için faydalı.

Ayrıca bazı bakterilerin insanı bağırsak hastalıklarına, hatta depresyon gibi ruhsal sorunlara karşı koruduğu da biliniyor. Bağışıklığımızın güçlü kalması, mikroplarla dengeli bir temas sayesinde mümkün oluyor.

Bir başka risk de şu: Sürekli antibakteriyel ürünler kullanmak, zayıf bakterileri yok ederken en dirençli türlerin ortaya çıkmasına yol açıyor. Bu da uzun vadede sağlığımız için ciddi bir risk haline gelebiliyor. Reklamların sattığı şey aslında sadece temizlik değil; kontrol duygusu. Oysa yaratılış kanunu, denge üzerine kurulu, imha üzerine değil.

Temizlik alışkanlıkları ile algımızı yeniden değiştirmeye ne dersiniz?

Temizlik Sadece Bir Araç Olsun, Amaç Değil

Temizlik; hayatımızı kolaylaştıran, sağlığımızı koruyan bir alışkanlık olmalı. Fakat onu abarttığımızda veya yanlış ürünlerle sağlığımızı tehlikeye attığımızda, fayda yerine zarar verebilir.

Belki de kendimize şu soruyu sormalıyız:

“Ben evi mi temizliyorum, yoksa temizlik beni mi tüketiyor?”

Bu soruya vereceğimiz dürüst bir cevap, aslında hayatımızda neyin öncelikli olduğunu da gösterecektir. Temizlik yaşamı kolaylaştıran bir araç olmalı, ne dersiniz?