Dünya değişiyor, teknoloji hayatımızı kolaylaştırıyor, eğitim sistemleri yenileniyor ama değişmeyen hatta günden güne artan rakamlarla önümüzde duran bir gerçek var: kadına yönelik şiddet!
Peki, neden hâlâ bu konuyu konuşmak zorunda kalıyoruz?
Şiddet Hâlâ Sürüyor
Şiddet deyince aklımıza ilk olarak fiziksel şiddet geliyor. Oysa bazen tek bir kelime, bir imâ incitiyor insanı. Bazen görmezden gelmeler de ağır yaralar bırakabiliyor. Şiddet çok geniş bir konu ve katmanlı. Bu konuyla ilgili son on yılın en kapsamlı araştırması, Marmara Üniversitesi ve TÜİK işbirliği ile yapıldı ve sonuçları açıklandı. Araştırma 10 yıl aradan sonra 18 bin 275 kadınla yüz yüze görüşülerek yapıldı ve 2024 Türkiye Kadına Yönelik Şiddet Araştırması yayınlandı.
Çok detaylı şekilde veriler çıkarıldı. Mesela Türkiye’de fiziksel şiddete yaşamının bir döneminde maruz kalan en fazla 35-44 yaş arasındakiler. Psikolojik şiddete yüzde 28,2’si, ekonomik şiddete ise yüzde 18,3’ü uğruyor.
Boşanan kadınların ise yüzde 62,1’i, hiç evlenmeyenlerin ise yüzde 25,7’si psikolojik şiddetle karşı karşıya kalıyor. Araştırmanın daha pek çok detayı var.
Yıllar içinde hayatımıza giren başka kavramlarla da yüzleşiyoruz: Dijital şiddet. Evlenmeyen kadınların yüzde 13,4’ü dijital şiddet yaşamış.
Şiddetin türleri genişliyor:
· Fiziksel
· Psikolojik
· Sözel
· Ekonomik
· Cinsel
· Dijital
2024 yılında 394 kadın, fiziksel şiddet sebebiyle öldü. Psikolojik şiddetin artış göstermesi de dikkat çeken bir başka önemli konu.
Dünya genelinde ise Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Birleşmiş Milletler’in verdiği rakamlar daha üzücü. Çünkü dünya genelinde 3 kadından 1’i en az bir kere ya fiziksel ya da cinsel şiddet mağduru.
Bu rakamlara baktığımızda şu soru soruyu sormak kaçınılmaz: Kaç kadın iş yerinde, sokakta hatta evinde kendini güvende hissediyor?
Şiddet Neden Devam Ediyor?
Kadına şiddet yalnızca bireysel bir öfke sorunu değil; ne yazık ki küresel boyutta toplumsal bir sorundur. Bunun altında yatan pek çok unsur var. Kültürel kodlar, psikolojik süreçler, sosyolojik değişimler, güç dengeleri, geçmiş travmalar ve ilişki dinamikleri iç içedir.
Araştırmalar gösteriyor ki kadınlara karşı dünya çapında en yaygın şiddet biçimi, yakın partner şiddeti. Bugün bütün dünyada yaşanan bu ortak sorun için araştırmalar yürütülüyor. Uzmanlar aile yapısındaki hızlı dönüşüme dikkat çekiyor.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın vurguladığı gibi:
“Bütün medeniyet krizde. Popüler kültür bütün değerleri alt üst ediyor. Bütün dünyada insanların acımasızlığı araştırılıyor. Küresel rüzgârlar bizi de etkiliyor. Eşler arasındaki ilişkiyi ayakta tutan değerler azaldı.”
Toplumun ilişkiyi ayakta tutan bazı değerleri zayıfladığında çatışmalar kolayca büyüyebiliyor. Bu değerler şiddetin nedeni değil ancak çoğu zaman çatışmayı arttıran tetikleyicilerdir.
Uzmanlara göre ilişkilerde giderek kaybolan bazı değerler şöyle ifade ediliyor:
· Anlaşmazlık halinde bile karşısındakini aşağılamadan, küçümsemeden konuşabilmek.
· Eşin duygularına ve sınırlarına saygı duymak.
· Zor zamanlarda dahi ilişkiyi onarmak için çaba harcamak.
· Eşlerin birbirini gerçekten dinlemesi.
· Duygusal ihtiyaçlarına karşılık verebilmek.
· Koşulsuz güven inşa etmek.
· Eşe karşı ilişkiyle ilgili konularda tamamen şeffaf olmak.
· Şefkatle ve merhametle yaklaşmak.
· Evlilikte ilişkiyi ayakta tutan sabır, fedakârlık ve derin duygusal bağdır. Bu bağı korumaya çalışmak.
Bu değerlerin azalması şiddeti açıklamaz, fakat ilişkideki gerilimi artırarak kişiyi daha yıkıcı tepkilere açık hale getirebilir. Asıl şiddeti doğuran unsurlar çoğu zaman çok daha derindir:
· Kişinin yetiştiği aile içinde çatışma çözme yöntemi olarak şiddet kullanılmış olabilir. Çocukken şiddeti normalleştiren modele eşlik etmiş olabilir.
· Toplumsal roller yanlış yorumlanmış olabilir. Mesela ataerkil toplum yapısı, ilişki kontrolünün her zaman erkekte olmasını ister. Bu sarsıldığında ‘sözü geçen erkek’ olmak için cezaya yönlenme olabilir.
· “Bu muameleyi hak etti” diyerek kendi hayal kırıklığının kaynağı olarak karşısındakini suçlamaya başlayabilir.
· Güveni sarsılmışsa sürekli kontrol etme ihtiyacı, sınırlama, sorgulama, izleme görülebilir.
· Birlikte yaşamanın getirdiği ortaklık, karşılıklı özveri ve bağlılık azaldığında çatışma başlayabilir.
· Bireyselleşme arttıkça kişiler kendi mutluluğunu ilişki mutluluğunun önüne koyar. Karşıdakini cezalandırma ve ders verme yöntemi olarak şiddete meyil görülebilir.
Hiçbir tetikleyici, hiçbir değer kaybı şiddeti mazur göstermez. Bu, sadece şunu anlamamıza yardım eder: Sağlam iletişim zemini olmadan ilişkiler daha kırılgan hale geliyor.
Dijitalle Gelen Kıyas Kültürü
Günümüzün evlilikleri daha önceki nesillerin şahit olmadığı bir durumla karşı karşıya kalıyor: dijital kıyas yorgunluğu. Sosyal medyaya baktıkça herkesin hayatı kusursuzmuş gibi görünüyor. Filtrelerin ve sahnelenmiş anların arasında, gerçek hayatın iniş çıkışları sanki hiç yokmuş gibi. Bu da ister istemez eşlerin birbirinden beklentilerini büyütüyor, hatta bazen gerçekliğin dışına taşıyor.
Filtrelenmiş, hatta dikkat çekmek için sahnelerle oluşturulmuş içerikler var. Eşine sürekli pahalı hediyeler alanlar, romantik jestler yapanlar, sürekli tatile çıkanlar hayatta ne sorun ne de stres yaşıyor. Sanki kimsenin derdi yok. Kimsenin kalbi kırılmıyor.
Böyle bir dünya sunulunca insan kendi hayatına bakıp “Eksik miyiz?” diye farkında olmadan soruveriyor. Kurgulanmış hayatlara bakarak hayatını değersiz görmek ilişkiyi zorluyor. Asıl tehlikede burada başlıyor.
“Neden biz onlar gibi olamıyoruz?”
Bu soru eşin emeğini, iyiliğini, varlığını değersizleştiriyor. Kaldı ki bu şekilde bakan biri kalbinin sesini nasıl duyabilir?
Bu ses duyulmayınca psikolojik baskının, suçlamanın, değersizleştirmenin kapısı aralanıyor. Hataya veya kusura odaklanma eşlerin birbirine gösterecekleri anlayışı düşürüyor.
Peki, Biz Ne Yapabiliriz?
Bazen sorunun tamamen bireysel olduğunu düşünüyoruz, bazen tamamen toplumsal. Oysa şiddet, ikisinin kesiştiği yerde ortaya çıkıyor. Çözüm de aynı biçimde bireysel farkındalık ile toplumsal bilinç arasında kurulmalı.
Veda Hutbesi’nde Peygamberimizin (a.s.m.) şu ifadesi aslında bugünün insanına bir şey fısıldıyor:
“Kadınların haklarını korumanızı ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim.”
Hakları korunan biri, nasıl şiddete maruz kalabilir?
Hakları korunan biri, nasıl sokak ortasında dövülebilir?
Hakları korunan biri, nasıl susturulabilir, nasıl yok sayılabilir?
Demek ki sorun, bu sözlerin hayata geçirilememesinde…
O zaman hepimiz sorumluluk alarak şu soruyu sormalıyız:
“Ben kendi ilişkimde, evimde, işimde, çevremde bir insanın onurunu korumak için ne yapıyorum?”
Bu sorunun cevabı, insanın vicdanında ve davranışlarında düğümleniyor.
Şiddetin olmadığı bir toplum, önce evin içinde başlar. Merhametle, saygıyla, adalet anlayışıyla... Bu yüzden anneler, babalar, teyzeler, halalar, amcalar, dayılar, dedeler, nineler, abiler, ablalar biz hepimiz sorumluyuz!..