Ülkemizin ses hafızasında silinmez bir yer edinmiş olan Muazzez Abacı 12 Kasım’da aramızdan ayrıldı. Muazzez Abacı’nın vefatı sadece bir sanatçının aramızdan ayrılışı değil Türk kültürünün derin bir nefes verip sustu bir andır.
Muazzez Abacı’nın Ardından Doğan Sessizlik
12 Kasım sabahına uyandığımızda yılların derin birikimini taşıyan ses aramızdan ayrıldı. Abacı’nın vefatı sadece bir sanatçının aramızdan ayrılışı değil aynı zamanda bir kültürün, bir dönemin ve bir müzik geleneğinin bir yaprak gibi yere düşmesiydi. Çünkü bu güçlü ses cumhuriyetin hafızasına kazınmış bir sesti.
Türk sanat müziği günümüze kadar birçok güçlü solist, usta besteci ve yorumcuları bizlere kazandırdı. Ancak bazı isimler vardır ki söyledikleri şarkılarıyla değil aynı zamanda duruşlarıyla, zarafetiyle, sanatıyla ve kültürel hafızamıza bıraktıkları izlerle de tanınır ve hatırlanırlar. İşte Abacı bu özel sanatçılardan birisiydi. Abacı cumhuriyetin müzikle büyümüş kuşaklarını birbirine bağlayan bir çizgiydi. Yediden yetmişe herkesin hafızasına yerleşen zamansız bir sesti aslında.
Muazzez Abacı’nın Hikayesi
Muazzez Abacı Türk müziğinin zarafetle örülü yolculuğunda istisnasız bir yer açmıştır. Abacı sadece güçlü sesiyle değil sanatına duyduğu saygıyla da kuşakları birbirine bağlayan çok özel bir isimdi. Tam adı Hicran Muazzez Abacı olan sanatçı Ankara’da 12 Kasım 1942 yılında dünyaya gelmiştir. Sanatçının babası ünlü boksör Oktay Altınok’tur. Babasının erken ölümü sanatçının çocukluk hafızasında derin bir boşluk bırakmıştır. Sanatçı bu boşluğu babasının eski dostlarını arayıp hikayelerini dinleyerek doldurmaya çalışmıştır.
Sanatçı küçük yaşlardan itibaren müzikle iç içe büyüdü. Abacı’nın müziğe yatkınlığı ilkokulda fark edilmeye başlandı. Sanatçı yedi yaşındayken Ankara’da düzenlenen bir protokol gecesinde sahneye çıkarak dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın isteğiyle “Üsküdar’a Giderken Aldı da Bir Yağmur” parçasını söyler. Bayar’ın “Bu kızın müziğe büyük istidadı var” sözleri Abacı’nın ileride adım atacağı büyük sahnelerin erken müjdesiydi.
Muazzez Abacı 1966 yılında TRT Ankara Radyosu’nu kazanarak profesyonel müzik hayatına adım atmıştır. Burada klasik Türk sanat müziğinin disiplinini, makam bilgisini ve geleneksel üslubunu özümsemiştir. Radyoda edindiği tecrübe onun sahne ve müzik anlayışında çizgisini oluşturmuştur. Abacı sanatını adeta bir görev duygusuyla ele almıştır.
Sanatçının özel hayatında dönüşümler olsa da onun sahnedeki yükselişi durmadı. Kariyeri radyodan sahnelere taşınan sanatçı “Bir Sen Kaldın İçimde” isimli plağını çıkardı. Bu plağın ardından 1970’ler ve 1980’ler sanatçının yıldızının en parlak olduğu yıllar oldu. “Dönüş”, “Yasemen”, “Şakayık” ve “Vurgun” adlı eserleriyle büyük başarılar yakaladı. Sanatçı 30’a yakın albüm yayınladı.
Abacı klasik eserlerin yanı sıra çağdaş sanatçıların eserlerini de yorumlamıştır. Abacı özellikle “Sensiz Saadet Neymiş”, “Kimseye Etmem Şikayet” ve “Bir Bahar Akşamı” şarkılarıyla hafızalara kazınmıştır. Bülent Ersoy ve Emel Sayın gibi sanatçılarla yıllarca Maksim Gazinosu sahnesini paylaşması onun sahne disiplinin ve tercih edilen duruşunun doğal bir sonucuydu. Sanatçıya 1998’de “Devlet Sanatçısı” unvanı verilmiştir.
Sanatçı hayatı boyunca Altın Plak ve Yaşam Boyu Onur Ödülü gibi sayısız ödül kazanmıştır. Televizyon programlarından reklamlara, dizilerden ortak albümlere uzanan uzun yolculuğu boyunca Abacı sanatından ve duruşundan taviz vermemiştir. Bu sayede Türk sanat müziğinin en saygın yorumcuları arasında yer almıştır.
Muazzez Abacı’nın Vefatı
Muazzez Abacı 30 Ekim’de ABD’de kalp krizi geçirdiği için yoğun bakıma alınmıştı. Maalesef sanatçı tam doğduğu gün hayata gözlerini yumdu. Onun vefatı müzik dünyasında derin bir sessizlik yarattı. Yarım asrı aşan sanat hayatı boyunca hem sahne disiplinini hem de klasik üslubun inceliğini taşımıştır. Sanatçı ardından sadece albümleri değil kültürel bir hatıra da bıraktı. Onun vefatı Türk sanat müziğinin hafızasında bir devrin kapanışı gibi karşılandı. Çünkü usta sanatçı sadece söylediği şarkılarla değil temsil ettiği zarafet ve ciddiyetle de bir dönemin sembolü oldu. Abacı milyonlarca dinleyicinin belleğine yerleşmiştir.
Abacı’nın Sahnedeki Duruşu
Bugün sahne kültüründe azalan bazı değerlerin sanatçının döneminde nasıl kutsallık taşıdığını hatırlamak gerekir. Sanatçı sahneye çıktığında zaman yavaşlardı. Kostümlerindeki özen, mikrofondaki güç ve sahnedeki zarafeti… Tüm bunlar sanatçının sanat kişiliğinin ayrılmaz bir parçasıydı. O sahneye çıktığı zaman mekanın enerjisinin değiştiğini o yılları hatırlayanlar bilir. Günümüzün hızlı tüketilen müzik anlayışından çok uzakta bir atmosfer vardı. Onda sanatın ciddiyetine saygı duyan bir anlayış vardı. İşte bu yüzden onun sahnesinin atmosferi kültürel bir ritüeldi aslında. Abacı’nın sahnesi bugün dahi hala konuşulmaya devam ediyor.
Zamanı Aşan Bir Ses
Muazzez Abacı’nın sesi sadece konser salonlarında yankılanmamıştır. Evlerde, radyonun hafif cızırtısında veya aile sofralarında onun sesi hep vardı. Bir nesil onunla büyümüş, onunla aşka düşmüş ve onunla duygularını yaşamıştır. Bu nedenle onun kaybı çoğu kişi için kişisel anılarında sarsılması anlamına gelir. Şarkılarının içinde saklanan bir çocukluk, aşk ve gençlik vardır. Hepsi Abacı’nın sesiyle şekillenmiştir.
Onun şarkıları hala ilk günkü heyecanıyla dinlenmektedir. Yine şarkılarında aşk acısı çekiliyor, geçmişe doğru bir yolculuğa çıkılıyor veya mutluluğun tadına varılıyor. “Kimseye Etmem Şikayet” veya “Sevmekten Kim Usanır” gibi parçaları gibi hala hep bir ağızdan söylenmektedir. Bu şarkılarında duygu yalın ama derin bir şekilde dinleyicilere aktarılmıştır. Onun sesiyle büyüyenler kadar genç kuşak içinde Muazzez Abacı’nın şarkıları ayrı bir yere sahiptir. Bazı sanatçılar yaşadıkları dönemleri aşarak yankılanmaya devam eder. Sanatçıda tam da böyle bir isimdi. Abacı’nın şarkıları zamanın ötesinden bizlerle konuşmaya devam ediyor.
Muazzez Abacı artık aramızda değil fakat sesi hafızalarımızda yaşamaya dün de olduğu gibi bugünde ve yarında yaşamaya devam edecektir. Eserleri Türk sanat müziğinin yüzyıllık yolculuğunun en berrak belgelerinden birisi olarak her zaman var olmaya devam edecektir. Şimdi ise bizlere düşen bu eşsiz eserleri unutulmadan korumaktır. O zamanı aşan bir ses olduğu için kendini bir şekilde hatırlamaya devam edecektir aslında. Bazı sesler susmaz, kalbin ve hafızanın bir köşesinde yankılanmaya devam eder. Müzik dünyası için kaybı elbette büyük. Fakat bıraktığı miras yıllar geçse de değer kaybetmeyecek kadarda köklüdür.