Ülkemiz, en sıcak günlerin etkisi altında. Sıcak hava dalgaları ile birlikte hava durumu mevsim normallerinin üzerinde seyrediyor. Bu durumla birlikte orman yangınlarının sayısı da ne yazık ki artış gösteriyor. Geçen yıla kıyasla yangınların hızla çoğalması ve yüzlerce hektar alanın yok olması hepimizi derinden üzüyor.

Üstelik yangınların büyük bir kısmının insan kaynaklı olduğu gerçeği, sorunun ne kadar yakıcı olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Elbette doğal etkenler de bu yangınların yayılmasında etkili oluyor; ancak insan eliyle başlayan bir kıvılcım, koca bir ormanı kül edebiliyor.

İşte tam da bu nedenle, bu yazıda konunun bizlere düşen kısmına, yani bireysel sorumluluk ve toplumsal hassasiyet boyutuna odaklanmak istiyorum.

Orman Yangınları Neden Çıkıyor?

Günümüzde çıkan orman yangınlarının bir kısmının kasıtlı olarak çıkarıldığı söylense de sonuç değişmiyor. Onlarca hektarlık alan bir anda kül oluyor. Ancak bu büyük felaketin sorumluluğu yalnızca birilerinde değil; iğnenin ucu bizlere de dokunuyor. Elbette kuraklık, sert rüzgâr ve sıcaklık gibi doğal faktörler yangının yayılmasını kolaylaştırıyor; ama asıl mesele, insan davranışlarının etkisi. Yangınların en yaygın sebebi hâlâ insan kaynaklı ihmal ve dikkatsizliktir.

Sık sık piknik alanlarına, mesire yerlerine giden biri olarak gördüğüm manzara beni her zaman düşündürüyor. Cam ve pet şişeler, piknik yapıldıktan sonra etrafta bırakılan onca çöp yığını, sönmemiş mangal kalıntıları… Bütün bu nesneler, yangını başlatacak tehlikeyi taşıyor.

Haberleri izlerken kimimiz “Ülkemizin ciğerleri nefes alamıyor” diye üzülüyor kimimiz de yeterince tedbir alınmadığı gerekçesiyle isyan ediyoruz. Ama asıl soru şu: Biz üzerimize düşen sorumluluğu gerçekten yerine getiriyor muyuz?

Bir anlık dikkatsizlik ile yüz yıllık ormanlar yok oluyor!

Kamp yaptıktan veya mesire alanlarında piknikten sonra etrafa dikkat ediyor muyuz? Çevreyi temiz bırakabiliyor muyuz? Ateşi söndürdüğümüzden emin oluyor muyuz? Bu, çevre bilinci meselesidir. Ve bu bilinçlenmeyi sanki çoğu zaman ihmal ediyoruz.

Oysaki çevremizi korumak hepimizin ortak sorumluluğudur!

Ağaçsız Bir Gelecek Düşünülebilir mi?

Doğayla temas kurduğumuzda hepimizde doğal bir rahatlama hissi oluşur. Ağaçların arasında yürümek, sadece bir manzara keyfi değil; hem bedensel hem de ruhsal bir yenilenme sürecidir. Bu durum bilimsel olarak da desteklenmektedir. Japonya’da Chiba Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre, ormanlık alanda yürüyüş yapan insanların nabız ve tansiyonu düşüyor; kendilerini daha pozitif ve enerjik hissediyorlar.

Japonların “Shinrin-Yoku” dediği ve orman banyosu adını verdiği yöntem, depresyon ve kaygı bozukluklarına iyi geliyor. Ağaçların sessiz ama etkili bir dili var. Bu dil, insana dinginlik veriyor. Üstelik ağaçlar sadece psikolojik olarak değil, fiziksel olarak da yaşam için vazgeçilmezdir.

Ağaçlar sadece sanat eseri olarak gözlerimiz için yaratılmamış. Her bir ağaç kâinat için bir hayat demektir. Ancak ağaçların değeri sadece psikolojik etkileriyle sınırlı değildir. Ağaçlar, hayatın ta kendisidir. Estetik güzellikleri kadar, doğrudan yaşamın sürdürülebilirliği için vazgeçilmezdir.

Ağaçların önemi fiziksel olarak da insana iyi gelmesiyle biliniyor. Düşünsenize bir ağaç yılda ortalama olarak 118 kilogram oksijen üretiyor. Yani bunun anlamı, iki insanın bir yıllık oksijen ihtiyacının karşılanması olarak hesaplanıyor.

Orman kayıpları sadece görüntü anlamında bir eksilme değil, aynı zamanda ekosistemin dengesinin bozulmasıdır. Ağacın olmaması demek, erozyon demektir. Gerek sel ve heyelan riski artar gerekse biyoçeşitlilik yok olur. Bu yangınlarda kaç hayvanın yaşamı sona erdi acaba? Ağaçlar sincapların, kuşların, kaplumbağaların, böceklerin evi. Hatta göremediğimiz onca mikroorganizmanın yaşam alanı. Ve bir anda bu evler yok oluyor.

Unutmamak gerekir: Bir ağacın yokluğu sadece bir gölgenin eksikliği değil, bir yaşam zincirinin kopmasıdır.

Yanan Alanlar ile Sadece Ağaçlar Yok Olmuyor!

Ormanlar yalnızca doğa değil, aynı zamanda yaşam kaynağıdır. Ağaçların yanması sadece yeşilin kaybı değil; ekosistemden ekonomiye, sağlıktan tarıma kadar pek çok alanda büyük yıkımlara yol açar.

Doğayı sevmek elbette önemli; ancak yangınlara karşı alınacak tedbirler aynı zamanda tarım, hayvancılık ve köy ekonomileri için de hayati öneme sahiptir. Ormanda odun üretimi, mantar yetiştiriciliği, şifa kaynağı birçok bitki vardır. Orman köylüleri geçimini bu şekilde sağlıyor olabilir.

Turistik bölgelerde çıkan yangınlar ise doğal güzelliklerin yok olmasıyla birlikte turistlerin bölgeden uzaklaşmasına neden oluyor. Yangın sonrası yeşil dokunun kaybolması, turistlerin bölgeden uzaklaşmasına ve ekonomik kayıpların yaşanmasına yol açıyor.

Yangınların sonuçları yalnızca ağaç kaybıyla sınırlı değildir:

· Yerel iklim dengesi değişmeye başlar.

· Tarım alanlarında verimsizleşme görülür.

· Hayvanlar için yaşam alanı kalmaz.

· Hastalık riski artar.

· Şehirlerdeki hava kalitesi düşer.

· Sıcaklar daha fazla yükselir.

İnsan, kâinatla iç içe bir yaşam sürüyor. Kâinatın dengesi kayboldukça insanın yaşam kalitesi de düşüyor. İşte her birimiz kâinata karşı hayatî bir sorumluluğa sahibiz. Çünkü üzerinde yaşadığımız toprak parçası sadece bir alan değil. Bütün canlılarıyla bize emanet edilmiş büyük bir nimettir.

Bütün canlılar yaratılışlarıyla birer sanat eseridir. Bize yakışan yeryüzünü imar etmeye ve korumaya çalışmaktır. Bu bilinci çocuklarımıza aktarabilmektir. Bu, bizim vicdani sorumluluğumuzdur.

Toplumsal Bilinç: Hepimiz Yapabileceklerimize Odaklanalım!

Herkesin gücü yettiğince yapabileceği küçük ama etkili adımlar var. Biz, bize düşen kısmı yapabilirsek en azından iç huzurumuzu korur, gece yastığa başımızı daha rahat koyarız. Özellikle ormanlık alanlara girişin yasaklandığı dönemlerde kurallara mutlaka uyalım. Ormanda ateş yakmayalım. Piknik sonrası ardımızda herhangi bir çöp bırakmayalım. Cam şişe ve izmarit görürsek alalım.

Fidan dikme kampanyaları için daha fazla destek verelim. Yaptığımız küçük katkılar, aslında büyük felaketlerin önlenmesinde etkilidir. Bir sigara izmaritini yere atmamak bile çok şeyi değiştirir. Yetişkinler olarak ne kadar özenli davranırsak çocuklarımız da bu özeni devam ettirir.

Biz doğayı seviyoruz ve bu kâinatın bir parçası olarak hayata devam ediyoruz. Ama sadece doğayı sevmek yetmez; doğayı koruyan, doğayla birlikte var olduğunun farkında olan bir nesil yetiştirmek en büyük görevimiz olmalıdır. Çünkü biz bu kâinatın misafiriyiz, parçasıyız.

Bu bilinci çocuklarımız da kazanırsa çevreye karşı daha duyarlı olurlar.

Duyarlı Nesiller Yetiştirmek Bizim Vazifemiz

Türkiye’de orman yangınları arttıkça bizim de öğrendiğimiz bir şey var: yangın sonrası doğanın kendini yenilenme çabası. Ancak bu yenilenme zaman alıyor. Eğer biz de bu sürece katkı sunarsak, toparlanma daha hızlı ve sağlıklı olur.

Çocuklarımız doğayla zaman geçirdikçe ormanın ne kadar kıymetli olduğunu daha iyi anlar. Bu farkındalığı çevre bilinci ile geliştirebilirsek onlar da ağaç dostu bireyler haline gelebilir. Bizim görevimiz; doğayı seven, ona saygı duyan ve doğayla birlikte yaşamayı öğrenen çocuklar yetiştirmektir.

Unutmayalım ki bu yangınlar sadece ağaçların yok olması, toprağın yanması, hayvanların yaşam alanlarını kaybetmesi kadar basit değil! Bu yangınlar; hayvanların evsiz kalması, havanın kirlenmesi ve insanın doğadan uzaklaşması demektir.

Kâinat bizim evimiz. Onu korumak da bizim sorumluluğumuz!